1019 - GOOD TIME / SOYGUN


Robert Pattinson’ın sayısız kaynak tarafından “kariyerinin zirve noktası” olarak nitelenen performansıyla bu yıl Cannes Film Festivali’nde övgülere boğulan “SOYGUN / GOOD TIME”, New York sokaklarında bir an bile hız kesmeyen, nefes nefese bir suç ve gerilim fırtınası. Martin Scorsese ve Sidney Lumet klasikleriyle karşılaştırılan film, acemi bir soygun işine girişen Connie ve Nick isimli iki kardeşin hikayesini anlatıyor. Bankayı soyarlar fakat Nick yakalanır ve koşulların çok zorlu olduğu bir hapishaneye düşer. Kardeşini kurtarmak için her yolu denemeye kararlı olan Connie, arkadaşı Corey’nin yardımına başvurur. Kefaret parasını bulmak için gittikleri tefecide işler daha da karışır. Connie kendisini bitmek bilmeyen bir gecede, kardeşini hapishaneden kaçırmaya çalıştığı, zamana karşı bir kovalamacanın ortasında bulur. Hollywood’un yeni nesil iki dehası Safdie Biraderler’in yönettiği filmde Robert Pattinson’a Oscar adaylığı sahibi iki yıldız oyuncu Jennifer Jason Leigh ve Barkhad Abdi eşlik ediyor.


Vizyon Tarihi: 20 Ekim 2017 ​ 
Yönetmen: Benny Safdie, Josh Safdie ​ 
Oyuncular: Robert Pattinson, Jennifer Jason Leigh, Benny Safdie, Barkhad Abdi ​ ​ ​ 
Yapımcı: Paris Kasidokostas Latsis, Terry Dougas, Oscar Boyson ​ ​ ​ 
Senaryo: Ronald Bronstein, Josh Safdie ​ ​ ​ 
Görüntü Yönetmeni: Sean Price Williams ​ ​Kurgu: Ronald Bronstein, Benny Safdie ​ ​ ​ 
Müzik: Daniel Lopatin ​ ​ ​ 
Yapım Yılı: 2017 ​ ​ ​ 
Ülke: A.B.D. ​ ​ ​ 
Süre: 101 dk. ​ ​ ​ 
Dağıtım: Bir Film ​ 
İthalat: Fabula Films

Fragman: https://www.youtube.com/watch?v=wbmR9TzR6Js


Filmin Afişini ve Diğer Görsellerini İndirmek İçin Basın Odası: 
https://www.wearefabula.com/goodtime



1007 - KAPALI GİŞE / Only Blockbusters Left Alive

KAPALI GİŞE - Only Blockbusters Left Alive from Coloured Giraffes on Vimeo.


Türkiye'deki film dağıtım krizi üzerine bir alan araştırma çalışmasıdır. Yapım Yılı 2016, Türkiye. 

A field research on film distribution crisis in Turkey. Production Year 2016, Turkey.

1006 - Suspiria Emek Sinemasında


SUSPIRIA 1977'de Emek’te gösterime girdiğinde izleyiciler heyecandan ölme ihtimallerine karşı Anadolu Sigorta tarafından sigortalanmıştı. 

Suspiria Emek’te aralıksız 11 hafta gösterimde kalarak, Emek tarihinin gişede en başarılı olan filmleri arasında yerini aldı.

1005 - SUSPIRIA




Tüm zamanların en iyi korku filmlerinden SUSPIRIA, 40. yılına özel 35mm negatifinden restore edilmiş sansürsüz görüntü ve ses kopyasıyla vizyona girdi. Bu yıl İstanbul Film Festivali programında da yer alan ve 29 Eylül’de beyaz perdede izleyiciyle buluştu. Korku-gerilim türünün en önemli yönetmenlerinden Dario Argento’nun başyapıtı kabul edilen ve İtalyan progressive rock grubu Goblin’in müzikleriyle benzersiz bir görsel-işitsel deneyime dönüşen SUSPIRIA, yıllara meydan okuyan, zamanının çok ötesinde bir film…

Vizyon Tarihi: 29 Eylül 2017
Yönetmen: Dario Argento
Oyuncular: Jessica Harper, Stefania Casini
Yapımcı: Claudio Argento
Senaryo: Dario Argento, Daria Nicolodi
Görüntü Yönetmeni: Luciano Tovoli
Kurgu: Franco Fraticelli
Müzik: Goblin
Yapım Yılı: 1977
Ülke: İtalya
Süre: 98 dk.
Dağıtım: Başka Sinema
İthalat: Fabula Films

Fragman: https://www.youtube.com/watch?v=pdk5sfwz5GM




Filmin Afişini ve Diğer Görsellerini İndirmek İçin Basın Odası https://www.wearefabula.com/suspiria

Özet: Amerikalı bale öğrencisi Suzy Bannion, dünyaca ünlü ve saygın bir Alman yatılı dans akademisinde eğitim görmeye gelir. Suzy okula adım attığı andan itibaren bir dizi esrarengiz olaya tanıklık eder. Önceki gece okuldan kaçan bir öğrenci, ölü bulunmuştur. Piyanist Daniel ise kendi köpeği tarafından öldürülür. Akademide bir salgın hastalık baş gösterir ve korkutucu okul binasının her yanından tuhaf sesler yükselmektedir. Suzy biraz araştırma yapınca okulun geçmişte bir “cadılar meclisi” mekanı olduğunu öğrenir. Ama işaretler, binada cadı geleneğinin ve ayinlerinin geçmişte kalmadığını, hâlâ devam ettiğini göstermektedir.



1004 - Suspiria Filminin Restorasyon Bilgileri


40. yılına özel olarak yeniden vizyona giren Suspiria'nın restorasyon bilgileri... 
#Suspiria, #DarioArgento, #DariaNicolodi, #Sinema

1003 - Suspiria de Profundis


"Suspiria": Dario Argento - Daria Nicolodi ikilisinin, etkilendikleri metinlerin başında 1845 yılında yazılan Thomas De Quincey’nin “Suspiria de Profundis" adlı kitabı vardı.
#Suspiria, #DarioArgento, #DariaNicolodi, #Sinema

1002 - Agnieszka Holland

Agnieszka Holland

Polonya sinemasının usta yönetmeni  Agnieszka Holland kariyerine 1971’te Prag Film Okulu’ndan mezun olduktan hemen sonra başladı.

 


Krzysztof Zanussi’nin yönetmenlik asistanı olarak çalıştıktan sonra akıl hocam dediği Andrzej Wajda ile beraber senaryolara imza attı.



Uluslararası çıkışını 1980 yılında Aktorzy Prowincjonalni (Provincial Actors) ile Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI ödülü kazanarak yaptı.



Kariyerinde 20’nin üzerinde uzun metrajlı filme imza atmasının yanı sıra House of Cards, The Wire gibi TV dizilerinde de yönetmenlik yaptı.



1985 yılında Angry Harvest ile; 1990 yılında Europa, Europa ile; 2012 yılında In Darkness ile Oscar adaylığı kazandı.


İZ”, Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı, Fantasia Film Festivali’nde En İyi Film ödüllerine layık görüldü. Ve Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ı için Polonya'nın adayı olarak seçildi!




1001 - İZ / SPOOR / POKOT


3 kez Oscar adayı Polonyalı usta yönetmen Agnieszka Holland imzalı "İZ / SPOOR / POKOT" bu yılın en çok ses getiren filmlerinden biri oldu.

“İZ”, Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı, Fantasia Film Festivali’nde En İyi Film ödüllerine layık görüldü. Ve Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ı için Polonya'nın adayı olarak seçildi!



Variety’nin “Polonya usulü bir Fargo” şeklinde nitelediği, karlar altındaki bir kasabada geçen, farklı türleri harmanlayan bir cinayet filmi. Astroloji tutkunu, vejetaryen ve hayvan hakları savunucusu Janina, emekliliğinden bu yana kasabada öğretmenlik yapmaktadır. Dağ evinde tek başına huzurlu bir hayat yaşayan Janina’nın çok sevdiği iki köpeği ansızın ortadan kaybolur ve bir komşusu öldürülür. Çok geçmeden kasabada başka esrarengiz cinayetler de işlenir. Kasaba halkı ve polisin araştırmalarının sonuçsuz kalması üzerine Janina, bu esrarengiz olayların izini kendisi takip etmeye başlar.

Vizyon Tarihi: 22 Eylül 2017
Yönetmen: Agnieszka Holland
Oyuncular: Agnieszka Mandat, Wiktor Zborowski, Jakub Gierszal
Yapımcı: Krzysztof Zanussi, Janusz Wachala
Senaryo: Agnieszka Holland, Olga Tokarczuk (roman)
Görüntü Yönetmeni: Jolanta Dylewska, Rafal Paradowski
Kurgu: Pavel Hrdlicka
Müzik: Antoni Lazarkiewicz
Yapım Yılı: 2017
Ülke: Polonya, Almanya
Süre: 128 dk.
Dağıtım: Başka Sinema
İthalat: Fabula Films

Filmin Afişini ve Diğer Görsellerini İndirmek İçin Basın Odası: https://www.wearefabula.com/spoor




1000 - HANEKE İLE SÖYLEŞİ: DUYGUSAL KÖRLEŞME



MICHAEL HANEKE İLE SÖYLEŞİ: DUYGUSAL KÖRLEŞME 

Interview: Katja Nicodemus
Kaynak: Die Zeit, 28.09.2017 - Wir Sind Emotional Blind
Çeviren: Bihterin Okan

Beş yıl sonra yeni bir filme imza atan Michael Haneke ile “yeni aşırı sağ“, mutluluk, aşk ve son filmi bir kara mizah türü olan Happy End üzerine yapılan bir söyleşi. Söyleşiyi die Zeit gazetesi adına Katya Nicodemus yaptı.

ZEIT: Michael Haneke, yeni filminiz Happy End’de zehirlenmeler, intihar denemeleri, ölümcül kazalar var ve hepsi de oldukça eğlenceli.
HANEKE: Umarım film, aslına uygun biçimi ile, kara mizah olarak kabul görür. Filme maddi katkı sunanlara yönelik yapılan gösterimde, salona buz gibi bir suskunluk hakim olmuştu.

ZEIT: Saygıdan mı ?
HANEKE: Belki de benim yönetmeni olduğum bir filmde eğlenmemeleri gerektiğini düşünüyorlar. Her durumda, Happy End’de gülünmesi beni sevindiriyor.

ZEIT: Kara mizah zamanımıza uygun bir cevap mı?
HANEKE: Toplumumuz tragedya hakkını kaybettiğini söyleyebilirim. Bu tabii tek tek kişiler için geçerli değil. İnsanın bireysel dramı söz konusu. Fakat ülkelerden ya da kültür çevrelerinden söz ediliyorsa, evet bu hakkımızı kaybettik. Tragedya göç etti.

ZEIT: Komedi, tragedyanın yapamadığı neyi yapıyor?
HANEKE: Komedi, belli bir mesafeden ve kendine acıma duygusu olmaksızın yaşam biçimimize, otistikliğimize, körlüğümüze göz atıyor.

ZEIT: Kara mizahınızın merkezinde inşaat devi Laurent var. Büyükbaba, çocuklar, torunlar hizmetçileri ile büyük burjuva evlerinde hep birlikte Calais’de yaşamaktadırlar. Bu ev bir kale, bir tavır, bir metafor mu?
HANEKE: Bu evin ardında yatan fikir, şimdikinden daha iyi zamanlar görmüş bir aileye ait olduğudur. Ve aileye ait olan inşaat firması, tünel inşaatından menfaatleri olanlardı. İngiltere’ye doğru yapılan tünel Avrupa’nın en büyük inşaatı idi. Laurent’ler servetlerini o zaman elde ettiler ve şimdi aslında kendilerine çok büyük gelen bir evde oturuyorlar. Bu ev büyük burjuva evi etkisi yaratabilir, ama artık büyük burjuvazi yok. Biz hepimiz küçük burjuvalarız, bazen çok, bazen az paramızla. 

ZEIT: “Kaybetmemek için, hiç yapılmaması gereken” Yıllar önce filminiz Caché (Saklı) üzerinden sorguladığınız parola tekrar kullanılmalı.
HANEKE: Bu cümle, toplumuz üzerine söylenebilecek örnek bir cümledir, ne dersiniz? Biz, hiçbirimiz, hiç kaybetmek istemiyoruz. Biri bunun için çılgınca çalışıyor, bir diğeri bunun için entrikalar yapıyor, başka bir diğeri ise bunun için dolandırıcılık yapıyor. Ve diğerleri ise, kendilerini kandıranlara inandıkları ve pastadaki paylarından bir parçayı götürdükleri için o birilerinden nefret ediyor. Biz işte böyleyiz.

ZEIT: Tam da bu günlerde, bu nefretten beslenen bir parti, Alman Parlamentosu’na girdi.
HANEKE: Alman siyaseti üzerine konuşmam doğru olmaz. Fakat Avusturya siyaseti üzerine konuşabilirim. Bizde, aşırı sağcıların bu kadar büyük bir oy oranına sahip olmalarını tamamen anlaşılmaz buluyorum. Dünyanın en zengin ülkelerinden biriyiz, sosyal problemlerimiz yok. Aşırı sağa bu rağbet insanı depresif yapıyor, utandırıyor.

ZEIT: “Dünya çevremizde ve biz içindeyiz, körüz.” Yeni filmizdeki bu parola sessiz bir üzüntüyü de barındırıyor.
HANEKE: Öncelikle bu bir tespit, yer tasviri. Duygusal olarak körüz. Biz, gerçekten zengin ülkelerimizde, sadece kendimizle meşgulüz. Herkesin bu yüzden vicdan azabı var, ben de dahil. Bu bir şeyi değiştirmiyor, fakat sürekli tekrar tekrar gözler önüne getirilmeli.

ZEIT: Happy End’deki bir sahnede, Isabelle Huppert’in canlandırdığı firma sahibi Anne Laurent tüneldeki otobandan İngiltere’ye gitmektedir. Otoban kenarlarında, göçmenlerin sınır geçişlerini engellemek için yapılan tel örgüler görürüz.
HANEKE: Calais’e gelinceye kadar, televizyon programlarından duyduklarım kadarı ile tel örgülerin varlığından haberdardım. Otobanda bunları görmek ise insanı boğuyor. Sen yolun “iyi tarafında”sındır. Dört metre yüksekliğindeki tel örgüler, bitmek bilmeyen yol boyunca sürmektedir. Arkalarda ayrıca başka tel örgüler de vardır. Bu tel örgü bizim korunma sembolümüz. Bilinçli olarak onu çok açık göstermedim, öyle insanlar var ki, onun varlığını bile hiç algılamadılar, çünkü onlar sadece Isabell Huppert’in oyununa yoğunlaşmışlar.

ZEIT: Happy End’in senaryosunda, storyboard’u kendiniz bizzat çizerek, önceden tek tek oyuncuların rol durumlarını belirlediğiniz görülüyor.
HANEKE: Her durum için, buna en uygun çerçeveyi bulmaya çalışırım. Belirleyici olan tek tek oyunculukların kesinliğidir. Bu kesinlik alt yapısı sağlandıktan sonra, oyuncu her türlü özgürlüğe sahiptir. Teknik problem sürprizlerinden hoşlanmıyorum. Oyuncuların oyunculuklarından dolayı sürprizler yaşamayı tercih ederim.

ZEIT: Tutumunuzla, figürlere karşı kesin bir mesafeyi koruyorsunuz.
HANEKE: Yönetmen olarak, seyirciye ne olacağını söylemek görevim yok. Yöntemim, delilleri toplamaktır.

ZEIT: Ne için?
HANEKE: Örneğin kayıtsızlıklarımız için. Mesleki kayıtsızlıklarımız, aile içindeki kayıtsızlıklarımız, toplumdaki kayıtsızlıklarımız için.

ZEIT: Bir sanatçı olarak, bize, Avrupalılara ahlak haritası çizdiğinizi söylemek mümkün mü? 
HANEKE: Öyle de görülebilir. Filmi, Avusturya’da yeni gelen göçmen kampının olduğu ve bu yüzden de orada yaşayan yerli halkın büyük yaygalar kopardığı Treikirchen’de de çevirebilirdim. Fakat ben belli bir ülke ya da belli bir toplumsal kesimden değil, hepimizden söz etmek istiyordum. 

ZEIT: Filminizde göçmenleri kenarda görüyoruz: Sahil boyunca yürüyen siyahlar olarak ya da bir kez şehir merkezinde küçük bir grup olarak.
HANEKE: Buraya gelmeden önce Calais’de yaşananlar üzerine hazırlanmış televizyon programlarında cangıl denilen göçmen kampında korkunç kötü koşullar altında yaşayan insanları görmüştüm. Geldiğimde ise şehir merkezinde küçük gruplar halinde gezinen göçmenlerden başka bir şey görmedim. Medyanın yaydığı görüntülere ile var olan gerçeklik arasındaki uçurum akıl almazdı. Daha akıldışı olanı ise Avusturya’dadır. Bu zaman zaman gülünç durumlar ortaya çıkarıyor. Eşimle birlikte yaşadığımız ormanlık bir semtte bulunan evimize çok yakın oturan, oradan da başka bir yere pek kolay kolay gitmeyen, yaşlı bir komşumuz var. Bir gün eşime; sesini alçaltarak “Viyana’da durum gerçekten o kadar kötü mü? Her taraf onlarla mı dolu?” diye sormuş. Eşim önce neden söz ettiğini anlamamış. Viyana sokaklarının çehresinin Afrikalı göçmenler nedeni ile değiştiği söylenemez. Medyanın özellikle siyasi konularda yaptıkları mide bulandırıcı.

ZEIT: Bu medya eleştirisi bir genelleme değil mi?
HANEKE: Dünya sürekli gözlerimizin önünde. Ama bizi ilgilendirmiyor. Dünyanın bütün görüntüleri bize ulaşıyor. Fakat bunların sadece görüntü olduğunu biliyoruz. Beni bu durum, bu görüntülerdeki insan birdenbire kapımın önüne geldiğinde ilgilendiriyor. Burada, kanaatimce, medya büyük bir tehlike arz ediyor. Tehlikeli olan bir şeyler göstermeleri değil, tehlike, bir şeyler göstermek için illüzyonlar yaratmaları. Tehlike, bilgilendirilme yolunda, yanlış duygu aktarımları ile, her birimizin, manipülasyonların her türü kullanılarak uysal birer kurbana dönüşmemizdir. Kesin dürüstlüğün yaşama hakkı yok.

ZEIT: Diğer yandan medyanın asıl görevi insanlara, kendilerinin tek başlarına ulaşamayacakları bilgilere ulaşma yolunda aracılık etmesidir.
HANEKE: Burada problem, medyanın tek taraflı aktarımı ile asıl meselenin konu dışı kalmasıdır. Sansasyon düşkünlüğünün nedeni kolay olanı yansıtmak. Daha net söylemek gerekirse, gösterdikleri şeyler, beni ilgilendiren şeyler değil. Sadece şunu söyleyebilirim; Suriye üzerine yüz bin haber görmeme rağmen, Suriye ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Görüntüler gördüm, habercilerin konuşmalarını dinledim. Fakat söylediğim gibi, ben göçmenleri anlatmakla ilgilenmiyorum, Laurant ailesinin ve böylece de bizlerin hepimizin, tarz ve yöntemlerimizle onları nasıl algıladığımızla ya da algılamadığımızla ilgileniyorum.

ZEIT: Happy End’de Jean-Louis Trintignant, Beckett’i hatırlatırcasına bir yalnızlık aurası çağrıştıran babaerkili oynuyor. Onu sizin için kıymetli yapan nedir?
HANEKE: Doğrusunu isterseniz, onunla bir kez daha bir film çevirmek istememin nedeni, filmin ortaya çıkışındaki en önemli nedendi. Önceki filmim Amour’da Trintignant ağır hasta karısını öldüren adamı oynamıştı. Ardından ise ona ne olduğu sorusu açık kalmıştı. Sevdiği kişiyi öldüren insanın bu durumla daha sonra nasıl yaşadığı sorusu, Amour’da işlenmemişti. Trintigrant bunu nasıl oynardı? Amour’daki sıcakkanlı adam değişmiş mi idi? Bunu anlatmaya devam etmek istemiştim, çünkü kafamı meşgul ediyordu. Hepsinin nedeni ise kişisel bir hikayeye dayanmaktadır; beni büyüten teyzem, ağır hasta olduğu için ilerleyen yaşında kendisini öldürmek istemişti. Ve bana, ona yardım edip edemeyeceğimi sormuştu. Neyseki, mirasçısı idim. Eğer yapsaydım, cezaevini boylardım. Bu, teklifini kabul etmemem için iyi bir gerekçe olmuştu. İsteğini yerine getirir miydim, bilmiyorum. Teyzem tabletleri kendisi yutsa, bense o uykusuna dalarken elinden tutabilseydim, bu çok daha kolay olurdu.

ZEIT: Happy End’de büyükbaba torununa, yaptıklarını anlatıyor. Torun ise kendi yaptıklarını itiraf ediyor.
HANEKE: Bu filmdeki tek “sevgi sahnesi”. Çünkü büyükanne - büyükbabalar ile torunlar arasındaki ilişki, ebeveynlerle çocuklar arasındaki ilişkiden daha az nevrotiktir.

ZEIT: Tam olarak onları birbirlerine ne bağlamaktadır?
HANEKE: Sanıyorum yalnızlıkları. İkisi de kendilerini korkunç derecede yalnızlaştıran şeyler yaptılar. Happy End karşılıklı ikiyüzlülüğe dair bir film. İhtiyar ve çocuk en az ikiyüzlü olanlar. Dürüstçe söyleyeyim, kötü olan birine, ikiyüzlü olandan daha fazla saygı duyarım. Kötü olmak çok kolay olmadığı için, bunun için belli bir zekaya sahip olmak gerekir. Baskı yapanlar ise zaten her zaman ikiyüzlüdürler.

ZEIT: Isabelle Hupert’in oynadığı, örtbas etme ustası, halının altına süpürücü Anne Laurent gibi… 
HANEKE: Bunun için usta olmaya gerek yok. Hepsi bunu yapıyor. Bu kadın firmasını kurtarmaya çalışıyor. Başarıp başaramayacağı konusunda emin değilim. Aslında çok özel şeyler toplayıp sergilemek istemiyordum, her gün ne görüyorsam ya da kendimde gözlemliyorsam onu göstermek istiyordum. Ben de o kadar bencilim. Mesleki olarak bana herhangi bir şey uymadığında, durumu kendime uydurmak için her türlü yolu deniyorum. Isabelle Huppert’in oyunculuğunu büyüten ise... O, bu kadını öyle oynuyor ki, sempatik mi değil mi, diye üzerine düşünülmüyor dahi. Ya da halının altına süpürmesinin doğru olup olmadığı.

ZEIT: Uygar sahtekarlık ne zaman ikiyüzlülüğün yerini alıyor?
HANEKE: Birinden diğerine geçiş noktasını tespit etmek zor. Tehlike, birey kendisini kandırdığında başlıyor, kişi, merhametsizliği, vurdumduymazlığı üzerine kendi kendisine hesap vermekten vazgeçtiğinde başlıyor. Kendisini kendisi önünde savunanlar ve bunu iyi bulanlar da var. Gerçeği görmek ve onunla yaşamak daha kolaydır. Daha az tehlikeli olduğunu da düşünüyorum. Bastırmak bütün kötülüklerin başlangıcıdır, elde edilmiş bütün kazanımların parçalanmasıdır.

ZEIT: Filminizde hiç değilse bastırılmayı yarıp geçme olarak başarısız bir deneme var. Ailenin oğlu bir grup göçmeni Calais’li zengin vatandaşın törenine sürükler.
HANEKE: Herkes için utanılacak bir durum ama göçmenler için çok daha fena bir durum. Fransızca bile bilmiyorlar, çünkü Calais’ye gelenler İngilizce konuşulan ülkelerden geliyorlar. Oğlan nihayetinde göçmenleri sadece annesinin nişan törenini berbat etmek için kullanıyor. Bunu da başarıyor. Göçmenlere beyaz masa örtüsü olan bir masa hazırlamaları hoşuma gidiyor. İşte bu ikiyüzlülüğün zirve yaptığı yerdir.

ZEIT: Birisi, çaresiz göçmenleri gücün merkezine koyarak paraya ulaşmaya çalışıyor. Göçmenleri hikâyelerinin merkezine itmeleri, filmlerin çaresizliklerinin itirafı değil midir, çoğunlukla başarısızlar veya en basitinden utanç verici değil mi?
HANEKE: Burada kuşkusuz madde düzlemine giriyorsunuz . Böyle yorumlanabilir. Beni ise tümüyle kişisel, açık kalmış intikam hesaplaşmalarında göçmenlerin kullanıldıkları gerçeğini gösterebilmem ilgilendiriyor.

ZEIT: Diğer yol hangisi olabilirdi?
HANEKE: Nereye?

ZEIT: Körlükten çıkış yolu…
HANEKE: Tek ütopya, insanın kendi gerçek hayatında insan olabilmesidir. Bu, herkesin altına imzasını attığı klişe bir sözdür. Problem, kararlı bir biçimde sürekli tepki veriyor, çok nadirse aktif harekete geçiyoruz. Toplum harekete geçer. Bizse sadece tepki gösteriyoruz. Bu durum hayatı daha da zorlaştırıyor. Toplum olmasa idi, hayat daha da zor olurdu. Burada biraz mutlu olunabilecek tek konu ise sevgidir. İkiyüzlü değil de, samimi insani tutumla angaje olan insanlar mutlu insanlardır. Bunu onlarda görmek mümkündür.